29 Eylül 2010 Çarşamba

Agir Baslayan Bir Doktora Programinin Kiskacinda

Sevgili Sanal Gunlugum,

Sanma ki seni ihmal ediyorum, ya da aklimda degilsin. Hep aklimin on satihlarinda, dolanip duruyorsun. "Yazmaliyim", "su konulardan bahsetmeliyim" diye dusunup duruyorum. Sonra belki 'mukemmeliyetcilik takintisi' belki gercekten ciddi bir zaman ayiramiyor olmak arasinda, surekli erteliyorum yeni basliklari yazmayi. En sonunda, arayi buldugum, elimi de zorladigim su esnada, nasil dokuluyorsa artik dusuncelerim; fazla olcup bicmeden; yapisini kurup bicimini dogrultmaya calismaya ugrasmadan, oylece yazamaya karar verdim.

Bir kac hafta once, yine yeni bir yazi hazirlamak uzere basina oturdugumda daha onceden neler yazdigima bir bakmayi dusundum. Yola cikmadan hemen once yazdigim yazida okul okumak istemiyor olabilme hissimize dair duydugumuz sikintilardan bahsediyor oldugumu gorunce bir anlamsiz geldi. Kısa bir sure durakladim. Bir insan neden okumak istemeyebilir ki? Hele de ben, nasil olup da okumak istemeyebilecekmisim gibi dusunmusum kendimi? On plandaki dusuncelerimizde acik olarak farketmesek bile, dusuncelerimizin zeminini sekillendiren arka plandaki hissiyatlarimiz bazen ne kadar hizli degisebiliyor oyle degil mi?



Efendim, Binghamton sehrine ilk geldigimiz zaman basimizdan gecen ilginc hikayelerden daha onceki yazimda bahsetmistim. Ancak henuz bu sayfaya yeni bolumum ve yeni doktora programimdan bahseden hic birsey koymamis olduguma gore, sanirim bu konuda derli toplu bir degerlendirme yazip da paylasmadim ortak alanlarda..

Programin icerigine dair degerlendirmelerimi yine de daha sonraya birakmanin daha dogru olacagini dusunuyorum. Gerci taze kuvvet edinilen izlenimleri yaziya dokmek de ilerisi icin ilginc degerlendirme firsatlari saglayabilirdi, ama yanilma paylarinin yuksek olacagi bu caba simdilik bana kalsin. Ancak programla ilgili bazi ozellikleri paylasmayi da cok istiyorum. Daha bolume adimimi attigim ilk gunden itibaren, inanilmaz ve tarif edilmesi zor bir sekilde 'ogreci dostu' bir programla karsilastim. Tabii basliktan anlasilabilecegi ve bugune kadar cesitli vesilelerle serzenislerime sahit olan arkadaslarin tahmin edebilecegi uzere buradaki 'ogrenci dostu' ifadesi, kolay, haybeden gecilen anlaminda kesinlikle degil, ancak is yukunun agirligina biraz sonra degineyim. Soyledigim gibi, Turkiye akademisinin, ozellikle bizim yakin cevremizde sahit olabildigimiz kadariyla alemeti farikasi olarak programa katilan ogrencilerin ezilmesi, yok edilmesi cabasinin tam zitti; ogrenci denen insan nasil olur da bilimsel faaliyetin icerisine kazanilir diye dusunulerek olusturulmaya calisilmis bir program var karsimizda. Bu programin olusumundaki pedagojik ozellikleri degerlendiren bir makaleye bile rastladim ustelik (Wallerstein'in "Pedagogy and Scholarship" makalesi)*.

Misal, en buyuk ozelliklerinden biri programin, yeterlik sinavi olmayisi. Onun yerine ogrenciler dersleri tamamladiktan sonra sosyoloji icerisinden iki ayri alan (hem de bu alanlari da kendileri tanimlayarak) konusundaki yetkinliklerini gosterecek bir takim faaliyetlerde bulunuyorlar (alani tanimlayan problematikleri netlestirebilmek, bu alanda verilebilecek bir ders icin okuma listesi olusturmak, bu alan uzerine elestirel bir makale hazirlamak, gibi..). Ogrencilerin yonetime katilimi oldukca orgutlu ve etkin. Bolumun gidisati uzerine toplantilar yaparak fikirler gelistirmeye calisiyoruz; yeni alinacak bir kadro'nun sinavlarinda bizim de bir temsilcimiz var, ve bunun gibi.. Tum bunlarin otesinde, en etkili olan durum belki de bolumu olusturan kadrolarin lisans ustu egitim surecine yeni katilan insanlara yonelik davranisi.. Insan kendini, sasirtici belki ama, insan gibi hissediyor, ustune ustluk akademide hem de.. :)

Gelgelelim, bu ogrencilerin yerine getirmesi beklenen yukumluluklere. Evet, gercekten insani olarak mumkun olanin otesinde bir okuma yuku var. Ders basina her bir hafta icin iki uc kitabin yigildigi oluyor. Ki, burslu olma statumun devam edebilmesi icin donem basina en az uc ders almam zorunlu.. Ilk basta bu durum karsisinda buyuk bir tedirginlik hissederek dumura ugradim elbette. Ancak zaman ilerledikce, daha uzun zamandir bolumde olan arkadaslarin telkinleri ile bu durumu kabullenmeye calisiyorum. Aslinda uzun yillardir surekli ingilizce okumalar yapiyor oldugumuz halde, yine de metinlerle iliskilenme konusunda kimi farkliliklar da olabiliyor diger arkadaslarla aramizda, bu da demektir ki ortalama yaklasik iki kati bir sure harcamamiz gerekiyor her bir okuma basina. Bolumde doktora programina daha uzun suredir devam etmekte olan arkadaslarin ortak kanisi ogrencilerden beklenen okuma yukunun neredeyse hic bir sart altinda gercekci olmadigi yonunde. Bu yogunlugun icerisinde iste, bir haftadan oburune dogru surukleniyorum simdilik. Bir de her derse sunmak gereken donem sonu calismalari var ki; onlarin teslim zamanlari yaklastiginda bu calisma yogunlugunun nasil bir sekil alacagini hayal dahi edemiyorum.

Peki lisans ustu egitim surecine dahil olan insanlardan bunca yuklu bir beklenti icerisinde olunmasinin amaci ne olabilir? Yazinin basinda bu gunluge ilk yapistirdigim yaziya bir atifta bulunmustum. Orada, hayatin kimi zorunluluklarinin disinda kalabilmenin bir yolu olarak lisans ustu egitimden bahsediyordum. Sanki bu deneyimde o disaridalik; donem basi, donem sonu icip dagitmalarimiz, arada buhranlara kapilip cayir cimende yuvarlanmamiz; pek bir sanat sepet insani olup, entellektuel faaliyetler icerisinde olmamiz yerini, duzenin genelinin belirledigi degerler sisteminin bir yansimasina birakmis gibi gozukuyor. Yani "bilim isi ile ugrasacaksan, o zaman nasil hayatin diger alanlarinda hayatinin tamamini istiyorsak senden, burada da vakfedeceksin hayatini" mantik dizgesinin bir gorungusu; zamanin faydaci kullanimini dayatan kapitalist mantigin bir yansimasi gibi..

Bilim insaninin kendini yalniz ve yalniz bilime vakfetmis olmasi geregi, muthis bir yabancilasma getiriyor olmali oysa. Yani Turkiye'de iken 'fildisi kule'de olmak yaftasi ile karikaturlestirdigimiz toplumsal zeminlerden kopuk olma durumu, burada daha cok dusunsel zeminden yasamsal pratiklere donusuyor gibi. Bu da bilimin ozgurlesmesi ve toplumsallasmasi onunde ciddi bir engel olusturmuyor mu? Muthis bir vakfiyet gereksinimi, bilim ile iliskilenebilecek olan insan sayisini radikal bir sekilde sinirlandirmiyor mu? Dolayisi ile bilgi tekelini ulasilmaz kilmak icin Turkiye'deki gibi uyduruk kavramsallastirmalarla lafi bulandirmak bile gerekmiyor. Zaten bilim insani, ancak ve ancak o kisinin uzmani oldugu bir bilgi alaninin tekeline sahip durumda omrunu vakfetmis olmakla.. Sorgulanamaz, tartisilamaz bile..

Oysa bilgi uretme faaliyetinin, insanligin bugune kadar biriktirdigi deneyimlerin butunu ile sistematik olarak iliskilendirilmesi, gerceklige daha fazla nufuz ederek, bizleri daha etkin insanlar haline donusturmeye katkisi olamaz mi? Hayatlarimizin kontrolunu elimize almamizi engelleyen duzenegin tamaminin bir parcasi olarak da islemiyor mu 'otoriter' bilgi uretiminin bu sekilde orgutlenmesi? Tarih boyunca bu gune kadar, onca bedel odeyerek edindigimiz deneyimlerle iliskilendirrerek yuruttugumuz bilgi uretme faaliyetini yeniden toplumsallastirmanin bir yolunu mutlaka bulmak zorundayiz. Bu yol sanirim bir yandan hayatin icerisindeki her bir faaliyeti birbirinden kopuk ve engellenmis alanlara donusturerek toplumsal yabancilastirmayi ureten sermaye birikim surecinin gereksinimlerine karsi; 'uzmanlasmis' bilgi senyorlerinin uretilmesi yapilarina da karsi cikmayi gerektiriyor.

Belki bizi bekleyen yillar icerisinde, elestirel ve sistematik bilgi uretim faaliyetinin toplumsallastirilmasi icin bu coklu bilgi-islem baglantilarini ve sosyal paylasim aglarini etkili kullanmanin bir yolunu bulabiliriz; ne dersiniz?














* "aa, o konu mu? onunla ilgili soyle bir makale/arastirma/kitap var" yaklasimi.. Akliniza gelebilecek hemen her konuda..

1 yorum:

  1. "öğrenci dostu" demenin haybeden geçilen anlamında okunabileceği bi ortamdan çıktığımız nasıl da belli ki açıklama ihtiyacı duymuşsun, ki bu da buralarda durumun pek fena olduğunu gösteriyor aslında. ama sizin durumunuz çok özendirici, ve de aslında belki biraz da ümit verici. yani en azından bi yerlerde bu işlerin olması gerektiği gibi olduğunu bilmek sevindirici.

    bu yazıyı çok sevdim kaan'cım ve de fikri de. yani şu yazıyı okuduktan sonra gerçekten aslında çok mutlu oldum. ya ne bileyim artık mekansal ayrılıklar arkadaşlıkların sonunu getirmiyor bu sayede. yani sonunu getirmiyor derken paylaşımlar devam edebiliyor filan. sanki beşeri kantininde çay içerken konuşmuşuz gibi tüm bunları. pek bi sevindim şimdi bu hissiyatıma.

    02 Ekim 2010 17:07

    YanıtlaSil